1-Hudûs (sonradan varolma) delilleriyle Allah'ın varlığını ispat.
Bu âlem, yok iken sonradan var olmuştur. O halde, başlangıcı olmayan
bir var ediciye muhtaçtır. Varlığı ve yokluğu kendinden olmayan bu
âlemin, varlığını yokluğuna tercih eden bir mucide ihtiyacı vardır.
O mucidin de varlığının kendinden olması; Vâcibu'l-vücud olması
gerekir. Bir başka yaratıcıya muhtaç olmadan varlığı kendinden olan
tek varlık ise Allah Teâlâ'dır. bu halde bu âlem vâcibu'l vücud olan
bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu delîli de iki maddede inceleyebiliriz:
a) Cisimlerin sonradan yaratılması esasına dayanan delil. Kelâm
âlimleri bu delîli şöyle açıklarlar: Bu âlem, suretiyle ve
maddesiyle hâdistir (sonradan varolmuştur). Her hâdis (sonradan
varolan) mutlaka bir muhdise (mucide) muhtaçtır. O halde bu âlem de
bir muhdise muhtaçtır. O da yüce Allah'tır. Bu âlemin sonradan
yaratıldığı gözlem ve aklî delillerle ispat edilmiştir. Şöyle ki:
Âlem; (Evren) cevher ve arazlardan meydana gelmiştir. Ârâz,
cisimlere ârız olan hareket, sükûn, ictima (birleşme), iftirâk
(ayrılma) hâlleridir. Bu hâllere "ekvân-ı erbaa (dört oluş) denir.
Ekvân-ı erbaa, cisimlere değişik hâl ve şekiller veren sıfatlardır.
Bu sıfatların hepsi sonradan varolmuştur. Sükûndan sonra hareket,
karanlıktan sonra aydınlık, beyazlıktan sonra siyahlık hâllerinin
oluştuğu gibi. Bu ârâzlar yok olduktan sonra görülmezler.
Görülmemeleri hâdis olduklarının, yani sonradan yaratıldıklarının
delilidir. Hâdis olmasaydılar, vacip (varlığı kendinden) olmaları
gerekirdi. Vacip olsaydılar bu defa da, zıdlarının gelmesiyle yok
olmamaları gerekirdi. Halbuki zıdları gelince yok oluyorlar. O halde
vacip değil, hâdistirler. Hâdis oldukları sabit olan ârâzlar,
kendileriyle birleştikleri cevherlerin de hâdis olduklarının
delilidir. Çünkü hâdis, ancak kendisi gibi hâdis olan cisimle
birlikte olur. Cevherler (cisimler) de mutlaka bu dört durumdan
birisiyle birliktedirler. O halde cevher ve ârâzlardan ibaret olan
bu evren hâdistir sonradan yaratılmıştır. Her hadisin de bir muhdise
ihtiyacı vardır. O muhdis ise; bu âlem cinsinden olmayan varlığı
zatının icabı, yani Vâcibu'l-Vücud olan mutlak kemâl sahibi Allah
Tebârek ve Teâlâ'dır.
Bu âlemi yaratan varlık; Vâcibu'l Vücud değilse Mümkiniu'l-Vücud'tur.
Yani vücudu sonradan yaratılmıştır. O hâlde o da, varlığında başka
bir yaratıcıya muhtaçtır. Şayet o yaratıcı da bu mucit gibi başka
bir yaratıcıya muhtaç ise; yaratıcılar zincirinin böylece sonsuzluğa
doğru silsile hâlinde devam edip gitmesi gerekir. Böyle bir teselsül
ise batıldır, mümkün değildir. Varlığı farzedilen bu yaratıcılar
silsilesinin bir noktada durması ve başkasına muhtaç olmayan, her
bakımdan mükemmel, varlığı zâtının gereği olan bir yaratıcıya
dayanması şarttır. Bu varlık, âlemin yaratıcısı olan Allah'tır.
b) İhtirâ (İcat Etme) delîli. Gökler ve yer, bitki ve hayvanlar
yoktan var edilmiştir. Her yoktan var olunana da bir var edici
gerekir. Bu âlemin de bir var edicisi vardır. O da Allah'tır. Âlemde
gördüğümüz herhangi bir bitki veya hayvan sonradan varolmuştur. Her
birinin varlığının bir başlangıcı vardır. Cisimlerde zamanla hayat
idrak, akıl gibi hâller icat olunuyor. İlliyet kanununa göre her
icat olunan şeye bir icat eden gerekir. Çünkü hayat, idrawek ve akıl
gibi durumlar kendiliğinden var olmazlar. Mutlaka bir yaratıcıya
muhtaçtırlar. O da, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, herşeyi
bilen ve herşeye güç yetiren Allah 'tır
c) Terkip delili. Bu âlem mürekkep (parçaları bir araya getirilmiş
olan) bir varlıktır. Terkip olunan her varlık, kendinden önce
varolan bir terkip ediciye muhtaçtır. Terkip olunan varlık,
parçalardan meydana gelir. Parçalar, bütününden önce vardır ve ondan
ayrı şeylerdir. O halde, terkip bulunan varlık yok iken, daha sonra
parçalarının birleştirilmesiyle sonradan yaratılmıştır. Her sonradan
yaratılan gibi o da bir yaratıcıya muhtaçtır. Bu yaratıcı, terkip
edilen ve kendinden başkasına muhtaç olan bu âlem cinsinden olamaz.
Aksi halde yaratıcıların teselsülü gerekir. Teselsül ise batıldır. O
hâlde bu yaratıcı, varlığında başkasına muhtaç olmayan ezelî bir
varlıktır. O da, Vâcibu'l-Vücud olan Allah'tır.
2-İmkân Delîli
a) Bu âlem, varlığı da, yokluğu da mümkün olan bir varlıktır. Her
mümkün, varlığını yokluğuna tercih eden bir kuvvete muhtaçtır. Bu
âlem de, var olabilmek için böyle bir müessir kuvvete muhtaçtır. O
kuvvet de bu âlemin dışında, vücudu zatından olan bir varlıktır. O
da Allah'tır.
b) Hakîkatta bir mevcut vardır. Bu mevcut, ya varlığı zatındandır ya
da varlığı ve yokluğu mümkün olandır. Varlığı zatından ise; bu
özelliğe sahip olan yalnız Allah'tır. Bu mevcut, varlığı mümkün olan
ise; mümkün olan varlığın mevcûdiyeti zatının icabı olmadığından,
var olabilmesi için, varlığını yokluğuna tercih eden bir
müreccihe-yaratıcıya ihtiyaç vardır. O yaratıcı-müreccih ise
Allah'tır.
c) Âlemde görülen madde daima hareket hâlindedir. Maddenin hareket
hâlinde olması ilmen ispat edilmiştir. Madde ve maddedeki hareketin
mucidi kimdir? Maddeciler, madde ve ondaki hareketin ezelî olduğunu
söylerler. Oysa maddedeki bu hareket, bir evvelki hareketin
neticesidir. O da bir evvelkinin... Bu hareketler silsilesi
sonsuzluğa doğru devam edip gidemez. Bu hareket silsileşinin bir
noktada durması ve ilk hareketin, vücûdu vâcip olan bir illete, bir
hareket ettiriciye dayanması zarûrîdir. O da herşeyin yaratıcısı
olan Allah'tır.
3- İbdâ' ve İllet-i Gâiyye Delîli. içinde bulunduğumuz âleme
dikkatle bakacak olursak, onun çok güzel ve çok mükemmel olarak ve
daha önce bir benzeri olmadan vücuda getirildiğini görürüz. Gökyüzü,
güneş, ay, hülâsa canlı-cansız her varlık bir amaç için
yaratılmıştır. Âlemde varolan hiçbir eşya faydasız, maksatsız ve boş
yere yaratılmamıştır. Bu âlem bir güzellik, gaye ve vesîleler
toplumudur. Âlemde en değerli varlık olan insan, rastgele vücuda
gelmiş, sebepsiz ve gayesiz bir varlık değildir. Her azasıyla güzel,
mükemmel, faydalı ve maksatlıdır. İnsanın yaratılışı güzel ve
mükemmel olduğu gibi, yaratılış gayesi de Allah'ı bilmek, tanımak ve
O'na ibadet etmektir. İnsanın olduğu gibi, canlı-cansız her mevcudun
da varlığının bir gayesi, hikmet ve faydası vardır. İşte âlemde
görülen canlı ve cansız varlıklardaki ibdâ ve gayeler manzumesi;
bütün bunları icat edip yaratan bir yaratıcının varlığını, aynı
zamanda o varlığın ilim ve kudret sahibi bir ilâh olduğunu isbat
eder. Her şeyi bir maksada göre yaratan bu varlık, Vâcibu'l-Vücud
olan Yüce Allah'tır. Kur'an-ı Kerîm'de bu delîli dile getiren bir
çok ayet vardır. (Bakara, 2/22, Nebe', 78/6-16, ....)
Netice olarak diyebiliriz ki; inat ve garazdan uzak her sâlim akıl
sahibi, Allah'ın kendisine lûtfettiği aklı kullanarak esere bakıp
müessiri, binaya bakıp bânîsini, yaratılmışlara bakıp yaratıcısını
keşfedebilir. Bunun için Allah, Kur'an'ın bir çok yerinde, zatının
varlığına delil olabilecek eserlere bakmalarını, onun üzerinde
düşünmelerini, akletmelerini istemektedir.
|