Modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün başarıları
sadece siyasî ve askerî alanlarla sınırlı kalmamış, aynı zamanda,
onun dînî alandaki düşünce ve icraatlarıyla da topluma büyük
hizmetleri geçmiştir.
Esasen, Atatürk gibi bir dehanın, tarih boyunca milletimizin
bünyesinde derin izler bırakmış, huzur, saadet, moral, birlik ve
beraberlik duygularının kaynağı olmuş manevî değerlerden biri olan
dini, göz ardı etmesi düşünülemezdi. Bir insanı içinde doğup
büyüdüğü aile çevresi ve toplumdan bütünüyle soyutlayarak düşünmek
mümkün değildir. Çünkü her insan doğal olarak yakın ve uzak
çevresinden bir şekilde etkilenir. Atatürk'ün hayatına baktığımızda,
bu etkiyi açık bir şekilde görebilmekteyiz. Atatürk her şeyden önce
mütedeyyin bir anadan ve babadan dünyaya gelmiştir. Annesi kendisini
ilk dînî bilgileri tahsil etmek için mahalle mekteplerine
göndermiştir. Daha sonra girdiği Şems-i Efendi Mektebi ve Selanik
Mülkiye İdadisinde de ciddî dinî programlar takip etmiştir.
Atatürk'ün bilahare devam ettiği Selanik Askeri Rüştiyesi ve
Manastır Askerî İdadisindeki takip ettiği programlar arasında da din
eğitiminin önemli yer işgal ettiği zikredilmektedir. Ayrıca İslâm
kültürüne vukûfiyetinin oldukça ileri düzeyde olduğu ve daha sonra
liseler için yazdırdığı tarih kitaplarındaki "İslâm Tarihi"
bölümlerini bizzat kendisinin kaleme aldığı, Kur'an-ı Kerim'i
tercüme ve tefsir edebilecek kadar Arap diline hakim olduğu
belirtilmektedir. (1)
Atatürk'ün yaşadığı dönemlerde, bütün dünyayı değişik şekillerde
etkisi altına almış olan materyalist ve pozitivist felsefenin
tesiriyle dinin zihinsel bir kurgudan ibaret olduğu, sanayileşme ve
modernleşme sürecinde bireyin hayatındaki önemini giderek yitireceği
ve sonunda da yok olacağı şeklindeki düşüncelerin oldukça yaygın
olmasına rağmen O, bu felsefî akımların etkisinden kendisini
kurtararak, ülkeyi bir taraftan muasır medeniyetler seviyesine doğru
yönlendirirken, diğer taraftan İslâmî değerlerin korunmasını
sağlayacak ve dînî hayatı yeniden canlandıracak köklü icraatlara
girişmiştir. Atatürk'ün, İslâm dininin inanç sistemi, ibadet
şekilleri ve ahlâk prensiplerinin ehil kimselerce insanlara bütün
sadeliğiyle anlatılmasını bir kamu hizmeti olarak lüzumlu görmesi,
O'nun inancına samimi olarak bağlı bir devlet adamı olduğunu
göstermektedir.
Bir milletin fertlerinin İslâm ahlâkıyla mücehhez hale getirilmesini
sağlayacak bir yapılanmayı gerçekleştirmek, bu din mensuplarına
yapılabilecek en büyük iyiliktir. Atatürk, İslâm dinine bu hizmeti
yapmıştır ve O'nun tesis ettiği kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı
vasıtasıyla onlarca yıldır, milletimiz dinini-diyanetini, ilim ve
irfanını en doğru bir şekilde öğrenme imkanından yararlanmaktadır.
Bugün gelinen noktadan baktığımızda, camilerimizde pırıl pırıl din
görevlilerimizin vatandaşlarımıza din hizmeti sunmakta olduğu, din
hizmetinin kalitesini yükseltmek için her geçen gün yeni yeni
projelerin hayata geçirildiği, isteyen vatandaşlara yüksek dînî
tahsil görmüş görevliler tarafından cami dersleri adı altında dînî
bilgiler verildiği, vatandaşların hac ibadetlerini yerine
getirebilmelerini sağlamak için bütün tedbirlerin alındığı, din
hizmeti görevini yerine getirenlere ödül, getirmeyenlere ceza
verildiği, din ve vicdan özgürlüğüne anayasal güvence sağlandığı,
dine ve dince kutsal sayılan değerlere saldırının suç kabul
edildiği, din bilimleri hakkında en üst düzeyde araştırmaların
yapıldığı bir yapıyla karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz. Bunlar
kuşku yok ki, Atatürk'ün başlattığı ülkeyi yeniden yapılandırma
projelerinin dînî alandaki müspet sonuçlarıdır.
Sözlerini incelediğimizde, Atatürk'ün İslâm kültürüne derin
vukûfiyetinin olduğu, gerçekçi bir din anlayışına sahip olduğu,
söylev ve demeçlerinde, sık sık dînî değerlere, Kur'an ayetleri ve
bazı hadis-i şeriflere atıfta bulunduğu ve İslâm Peygamberi Hz.
Muhammed'e hürmet ve takdir duygularını izhar ettiği görülmektedir.
Biz bu yazımızda tarihe mal olmuş bazı sözlerinden hareketle,
Atatürk'ün dine yaklaşımını ve dinin yüceliğini korumaya yönelik
bazı icraatlarını ortaya koymaya çalışacağız.
Din Toplumun Devamı İçin Lüzumlu Bir Müessesedir.
Atatürk, birey ve toplum için dinin lüzumlu bir müessese olduğuna
inandığını çeşitli vesilelerle ifade etmiştir. Esasen büyük bir
başarıyla toplumu topyekün dönüştürme başarısını göstermiş bir
aklın, insanda fıtrî olarak var olan din duygusunu ve dinin birey ve
toplum hayatı için lüzumunu takdir etmemesi düşünülemezdi.
Yalnız Atatürk'ün gerçek din ile dinin tarihî yorumu ve tatbik
biçimi arasındaki ince ayrımın da farkında olduğu anlaşılmaktadır.
Onun önemle üzerinde durduğu husus, dînî olanla tarihî olanın
birbirine karıştırılmaması ve tarihî olan uygulamalardaki
yanlışlıkların düzeltilmesidir.
İşte Atatürk'ün sözlerinden birkaçı:
Din vardır ve lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına
imkan yoktur. Temeli çok sağlam bir dinimiz var, malzemesi iyi.
Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni
harç yapıp binayı takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak
birçok yabancı unsur ( hurafeler ) binayı daha fazla hırpalamış.
Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla
çatlaklar derinleşecek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina
kurmak lüzumu hasıl olacaktır. (2)
Türk milleti dindar olmalıdır yani, bütün sadeliğiyle dindar
olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da
öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey
ihtiva etmiyor. (3)
Din Vicdan Meselesidir
Atatürk, dinin, özü itibarıyla insanların ruhî ve manevî hayatlarını
dolduran, düzenleyen, onu fazilet ve iyiliğe yönelten, ona güven
duygusu veren ve bu dolaylı yolla toplumsal hayatı etkileyen bir
kurum olduğu görüşündedir. Ona göre din, öncelikle insanların
vicdanlarına hitab etmekte, insanları gönülden fethederek, davranış
kalıplarını derinden etkilemektedir. Şu sözleri bunun kanıtıdır:
Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta
serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı
değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle
karıştırmamaya çalışıyoruz, kasta ve eyleme dayanan bağnaz ve tutucu
hareketlerden sakınıyoruz. (4)
Din Akıl İlkelerine ve İnsan Yaratılışına Uygunluk Arzetmektedir
Bilindiği üzere İslâm dini, akıllı insanları muhatap kabul
etmektedir. Getirdiği hükümler ve koyduğu prensipler de, akıl ve
mantık ilkeleriyle tamamıyla uygunluk arzetmektedir. Hatta akıl
ötesi ile ilgili olarak bilgiler sunarak insana bu alanda da
yardımcı ve rehber olmaktadır. Atatürk, yaşadığı devrin moda
cereyanlarının tesirine fazla kapılmaksızın, İslâm dininin bu
özelliğini görme ve bir gerçeği teslim etme başarısını göstermiştir.
Bu husus şu sözlerinden gayet açık bir şekilde anlaşılmaktadır:
Bizim dinimiz en tabiî ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki
son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve
mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen
uygundur. Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü
vardır. Bu ölçü ile hangi şey ki, akla, mantığa, kamu menfaatine
uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Eğer bizim
dinimiz akla ve mantığa uygun bir din olmasaydı, en mükemmel
olamazdı. (6)
Din Toplumsal Bir Değerdir
Yüzyılımızın özellikle ikinci yarısından itibaren meydana gelen
gelişmeler, dinin, insanın psikolojik dünyasında motive edici,
toplumsal hayatta pekiştirici ve bütünleştirici, felsefî ve uhrevî
boyutta hayata anlam, gaye sunucu bir değer olduğunu ortaya
çıkarmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Atatürk bu gerçeğin her zaman
bilincinde olmuştur:
Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki hazineye sahiptir. Bu
faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip
alamayacaktır ve alamaz . (7)
Dinde Ruhbanlık Yoktur
İslâm dininin eskilerin tabiriyle lazım-ı gayr-ı mufariki (ayrılmaz
özelliği), ruhanî sıfatları taşıyan din adamları sınıfına sahip
olmayışıdır. Atatürk, İslâm'ın bu özelliğine her fırsatta atıfta
bulunmaktadır:
Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin ahkamını eşit
olarak öğrenmeliyiz. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek
için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir. Nasıl ki her hususta
yüksek meslek ve ihtisas sahiplerini yetiştirmek lazım ise,
dinimizin gerçek felsefesini tetkik ve bilimsel fenni telkin
kudretine sahip olacak güzide ve gerçek büyük alimler yetiştirecek
yüksek kurumlara da malik olmalıyız. (8)
Camiler İbadet Mahalli Olmaktan Başka Dünya Meselelerinin de
Müzakere Edildiği Sosyal Kurumlardır
Atatürk Balıkesir Zağnos Paşa Camii'nin içinde 7 Şubat 1923
tarihinde bir Çarşamba günü halka yaptığı bir hitabede, camilerin
sadece bir ibadet mekanı olarak kullanılmasının işlevlerini
azaltacağını, mabetlerin aynı zamanda din ve dünya işleri hakkında
müşaverelerin yapıldığı meclisler haline getirilmesinin lüzumuna
işaret etmiştir:
Arkadaşlar!
Cenab-ı Peygamber, mesaisinde iki dâra, yani iki haneye malik
bulunuyordu. Biri kendi hanesi diğeri Allah'ın evi idi. Millet
işlerini Allah'ın evinde yapardı. Efendiler! Camiler itaat ve ibadet
ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini
düşünmek, danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin
zihninin başlı başına çalışması lazımdır. İşte biz de burada din ve
dünya için geleceğimiz ve istiklalimiz için ve en çok milli
egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız
kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini
anlamak istiyorum. Milli ülküler, milli irade yalnız şahsın
düşünmesinden değil tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla
yaratılır... Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki hazineye
sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve
vicdanından çekip alamayacaktır ve alamaz. (9)
Bu sözler bize, Hz. Peygamberimizin Medine'deki mescidini ve onun
içindeki sahabîlerin çok boyutlu faaliyetlerini hatırlatmaktadır.
Dinimiz Kadınları İkincil Konumda Görmez
Günümüzde bile hala tartışılan kadın konusunda Atatürk'ün görüşü
oldukça nettir. O, Müslüman milletlerin tarihte düştükleri
hatalardan dolayı kadınların geri konuma itilmişliğinin vebalini
İslâm'a değil, Müslümanlara yükleme taraftarıdır.
Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını
talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber
olarak ilim ve kültür edinmeleri gerekir. Kadın ve erkek, bu ilim ve
kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olmak
zorundadır.(10)
Bu sözler, İslâm dininin özü itibarıyla kadını ikinci plana ittiğine
dair yanlış fikirlerini zaman zaman topluma açıklamaktan geri
kalmayan bazı kesimlere güzel bir cevap niteliği taşımaktadır.
Din adamları Aydın Olmalıdır
Öyle anlaşılıyor ki, Atatürk idealinde, aydın görüşlü, dînî
meselelere iyice vakıf, bilgisi, görgüsü, ifade ve davranışlarıyla
muhataplarına huzur ve güven telkin eden din adamı hayalini
yaşatmaktadır. Bu hayalin gerçekleşmesi için bir takım icraatların
içine girdiği de hepimizin malumudur.
Medreseleri lağvettirdiği zaman yakınında bulunanlardan Galib beye
şu sözleri söylemiştir:
Yahya Galip bey, Müslümanlıkta rahiplik yoktur. Medreseler, eski
Türklerin kurdukları modern zihniyette üniversitelerin, taassubun
elinde ıslah olmayacak kadar tereddiye uğramış harabeleridir.
Bunları ne ıslah, ne de idame ettirmek kabildir. Yıkmaktan kasdımız
budur. Müslümanlıkta imam, cemiyetin en üstün adamıdır; zamanının en
münevver adamıdır. Dört beş yüzyıl birbirini tutmayan içtihatlarla,
esen rüzgara göre verilmiş fetvalarla inançlarıyla oynanan Türk
milletinin din duygularını, bir süre skolastik cahilin eline
bırakamayız. İleride bu işi bizzat elime alacağım. (11)
Din istismarı, Din Sömürücülüğü, Taassup ve Yobazlık Çok
Tehlikelidir.
Atatürk'ün en hassas olduğu konuların başında, dinin istismar
edilerek yüceliğinin zedelenmesine mani olmak ve onu layık olduğu
mevkide tutmaktır. Onun bu konuda söyledikleri gayet açıktır:
Bizi yanlış yola sevk eden habisler, bilirsiniz ki, büyük ölçüde din
perdesine bürünmüşler, saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle
aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki,
milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi
altındaki küfür ve melanetten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi
dinle karıştırdılar. Halbuki, elhamdülillah, hepimiz Müslümanız,
hepimiz dindarız. Artık bizim dinin icabını öğrenmek için şundan
bundan derse ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın,
babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler, bize dinimizin
esaslarını anlatmaya kafidirler. Buna rağmen hafta tatili dine
mugayirdir gibi hayırlı, ve akla, dine muvafık meseleler hakkında,
sizi iğfal ve idlale çalışan habislere iltifat etmeyin. Milletimizin
içinde hakikî ve ciddî ulema vardır. Milletimiz bu gibi ulema ile
müftehirdir. Onlar milletin emniyetine ve ümmetin itimadına
mazhardırlar. Bu gibi ulemaya gidin. Bu efendi bize böyle diyor, siz
ne diyorsunuz deyiniz. Fakat suret-i umûmiyede buna da ihtiyaç
yoktur. Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir miyar
vardır. Bu miyarla hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca
takdir edebilirsiniz . (12)
Bütün müstebit hükümdarlar hep dini alet edindiler. İhtiras ve
istibdatlarını terviç için hep sınıf-ı ulemaya müracaat ettiler.
Hakikî ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu müstebit tüccarlara
inkiyat etmediler. Onların emirlerini dinlemediler. Tehditlerinden
korkmadılar. Bu gibi ulema kamçılar altında dövüldü; darağaçlarında
asıldı. Lakin onlar yine o hükümdarın keyfine, dini alet etmediler.
(13)
İrtica, Din Karşıtlığı Değil, Yenilik ve Milli Hakimiyet İlkesi
Karşıtlığıdır
Bitmeyen bir senfoni gibi ülkemiz gündemindeki yerini her zaman
koruyan konulardan biri de irticadır. Sürekli olarak bu kavramın
tanımının yapılmadığından bahsedilmektedir. Esasen irtica konusunda
Atatürk'ün sözleri dikkatlice incelendiğinde, onlardan hareketle,
üzerinde ittifak edilebilecek bir tarife ulaşmak mümkün
olabilecektir. Önce Atatürk'ün sözlerini aktaralım:
İnkılabımızın umde-i asliyesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen
"asri" ve bütün mana ve eşkaliyle medeni bir heyeti ictimaiyye
haline isal etmektir.
Efendiler, hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki, her
iyi, her güzel, her nâfi şey karşısında, onu imha edecek bir kuvvet
belirir. Bizim lisanımızda buna irtica denir.
Milleti teceddüt vadisinde durdurmaya çalışmak için irticâkar
fikirler perverde edenler muayyen bir sınıfa istinat
edebileceklerini zannediyorlar. Bu katiyen bir vehimdir, bir zandır.
Unutulmamalıdır ki, milletin hakimiyetini bir şahısta yahut mahdud
şahısların elinde bulundurmakla menfaat bekleyen cahil ve gafil
insanlar vardırÉ Bu gibilere mürteci ve hareketlerine de irtica
derler. Katiyetle söylerim ki, hakimiyet-i milliyemizin her
zerresini şu veya bu suretle takyid etmek isteyenler en koyu
mürtecidirler.
Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakla
serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı
değiliz. Biz sadece din işlerini millet ve devlet işlerine
karıştırmamaya çalışıyor, kasda ve fiile dayanan taassupkarâne
hareketlerden sakınıyoruz. Mürtecilere asla fırsat vermeyeceğiz
.(14)
Zikrettiğimiz bu ifadelerden Atatürk'ün irticayı; dinin icaplarına
göre samimî, dinî bir yaşam sürmek şeklinde değil, yenileşme yolunda
yürümeye engel olmak, millî egemenlik ilkesini reddederek saltanat
ve hilafetin geri gelmesini istemek, din işleri ile devlet işlerini
birbirinden ayırma düşüncesine karşı çıkarak bundan politik çıkar
sağlamayı amaçlamak şeklide ortaya çıkan her türlü fiil ve davranışa
tekabül eden bir kavram olarak algıladığı anlaşılmaktadır.
Atatürk, din hakkındaki bu müspet düşüncelerini sadece söylemden
ibaret bırakmamış, bunların pratiğe dönüşmesi için de hususî bir
gayret içinde olmuştur. Atatürk'ün halkın din konusunda sağlıklı bir
şekilde aydınlatılmasına olan samimî inancını ve dînî değerlere olan
hürmetini her vesile ile ifade ettiğini daha önce belirtmiştik.
Bundan başka Atatürk'ün dine en belirgin katkılarından birisi,
görevi İslâm dininin inanç, ibadet ve ahlâk esaslarını vatandaşlara
anlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek olan Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın bir devlet kurumu olarak tesisine ön ayak olmasıdır.
Ayrıca halkın din konusunda doğru bir şekilde bilgilenme ihtiyacını
karşılamak amacıyla bugün bile en güvenilir kaynak eser olarak
faydalanılan Elmalılı Hamdi Yazır'ın "Hak Dini Kur'an Dili" adlı
Türkçe tefsir kitabı ve Prof. Dr. Kamil Miras'ın "Sahih-i Buhârî
Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi" adlı hadis eserinin devlet
imkanlarıyla bastırılmasını sağlaması da onun dine hizmet arzusunun
müşahhas örneklerindendir. Atatürk'ün insiyatifi ve onayı olmasaydı
herhalde bu önemli neşir hizmetinin tahakkuku mümkün olamazdı.
Başta Atatürk olmak üzere, ülkemizin bugünlere gelmesinde emeği
geçen tüm kahramanlarımızı rahmetle anıyoruz.
1- Zikreden Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Atatürk ve Din; Atatürk
Düşüncesinde Din ve Laiklik adlı kitabın içinde, Ank, 1999, s. 236.
2- Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ank, 1971, s.
206.
3- Söylev ve Demeçler, c. III, s. 70.
4- Hüseyin Cevizoğlu, Atatürkçülük s, 36; Sadi Boran, Atatürk ve
Din, İst. 1962, s. 82.
5- Söylev ve Demeçler, c. II, s. 90.
6- Söylev ve Demeçler, c. II, s. 127; U. Kocatürk, age. s. 209-210.
7- Söylev ve Demeçler, c. II, s. 66-67.
8- Söylev ve Demeçler, c. II, s. 94.
10- Bkz. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Atatürk'ten Düşünceler, Ank.
1969, s. 56.
11- Zikreden Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, Ank. 1997, s. 36.
12- Söylev ve Demeçler, c. II, s. 127.
13- Zikreden Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, s. 54-55.
14- Daha ayrıntılı bilgi için Diyanet Aylık Dergi, Sayı 110, s.
6-24.
|